Çöküş

Arkadaşlar Selamlar, 16 yaşımda yazdığım ilk hikayem "Çöküş"'tü ve bir günde bir yarışma için çıkarmıştım. Vesselam hoş gitmeyen şeyler ve hoş olmayan kişiler yüzünden sonlandırmadım ve bu haliyle kaldı. Sonuç olaraktan beğeninize sunuyorum. Ayrıyetten 3 kuruşluk insanlar bunu okumasa da olur zannediyorum, herkes herşeyi beğenmek zorunda değil sonuçta. Bunlar da bize özel kalsın canım. :) Dilerim sizler seversiniz, her ne kadar amatör bir deneme olsa da. Muhtemelen ileride devam ederim ya da sil baştan yaparım bunu, iyi okumalar..




 Kitap 1

Ozan’ın şarkısı:


Kıtlık ve hastalık selamladığında insan halkını
Ogre’ler lanetleniyor , savaş mecbur artık.
Veba dağılırken şehrin kalbine, ölümü getiriyor.
Yazık, insanlar karanlığın içinde çaresiz
Dünya terk edilmiş, onlar kızgın.

Savaş başladığında artık çok geç,                                                               
Bahşedilen büyü gücü çoktan yitmiş
Susuzluktan kırılmaya başladığında toprak,
Mutluluk, 400 yıl öncesinde ki hikâyelerde,
Dünya terk edilmiş, onlar kızgın.

Karanlık tüm dünyayı kapladığında,
Valerie’nin dolunayı insanların üstünde
Bir tek o dönmüş dünyaya, diğerleri görünmüyor,
Gökyüzüne bakanları korku kapladığında
Dünya terk edilmiş, onlar kızgın.

Dengeler değişip savaş başladığında                     
Karanlıkta yürüyen insan sayısı artıyor.
Işıksa azalıyor, umutsuz insanların arasında
Hırs, kendi ırklarını yok ettiriyor.
Dünya terk edilmiş, onlar kızgın.                          

Gerçekleri göremiyorlar, savaş boy göstermiş                                
Yanan insanların acıları insan kalbinde,
Son insan çocuğu yitene dek savaş olacak;
Birbirini yok etmiş olan insan ırkı, ilk kez birleşiyor.
Dünya terk edilmiş, onlar kızgın.                                          
                                                                                             



   Tarihçinin Günlüğünden - 1

  Ellerinin arasındaki karıncalanma hissi, kanının hızla akmasının ardından tüm vücuduna yayılmaya başladığında ölümün fısıltılarını hissetmeye başlayan çocuğun korkusu, bir ogre tarafından parçalanarak son bulmuştu. Bu ilk değildi, sonda olmayacak gibi gözüküyordu kanlarıyla sulanmış, son 400 yıldır ölümden başka hiçbir şey görmeyen topraklarında.     Şehirdeki son insan çocuğunun da ölümünün ardından ogre’ler sevinç çığlıkları atmış, borazan sesleriyle birlikte evleri yakıp yıkmaya başlamışlardı. Sadece kendi hakimiyetini isteyen ırkları, insanları görmeye asla dayanamıyordu.



 “ Büyük köprünün inşaatını tamamlanıp adamlarımızın tamamı eğitildiğinde çok geç olmadan şehirlerine girebiliriz “ dedi sesinde ki homurdanmayla komutan olduğu anlaşılan Ogre. Büyük işgali yapmak için çok daha fazla askere ihtiyaçları olacak, dev merdivenler sayesinde kaleleri rahatlıkla aşacaklar, büyük adalarla,hatta kıtalarla ayrılan ırkların ülkelerine sonunda ulaşabileceklerdi.

Kimi kaynaklara göre elf olduğuna inanılan fakat yaptıkları kötülük sonucu lanetlenen ogreler, insanlara göre çok daha kabaydılar, boyları 2 metre civarlarındaydı, çirkindiler ve vücutları kötü kokularıyla anımsanıyordu. Şimdiyse insanlara karşı açtıkları savaşlarında zafere yaklaşıp dünyayı kötülüğe bürüyorlardı. Kuzeyden gelen büyük ordularıyla birlikte, karanlığın tanrısı olan Valerie’nin siyah dolunayı insan şehirlerinin üstünü siyah rengiyle kaplıyor, korku ve acı getiriyordu.

  Tehlike aydınlığın taraftarları için yaklaşmıştı ve diğer taraftaysa şan-şöhret için ogrelere komutanlık etmeyi kabul etmiş karanlığın yolunda ilerleyen usta komutanlardan oluşan insanlar vardı. Irkının yenileceğini düşünen bu usta komutanlar, en büyük saldırılarından birini yapıp yüce komutanlar olarak yaşamayı düşünmüşler, milyonlarca ogreyi belirli bir düzen içerisinde eğitmeyi başarmışlardı. Hala eğitilmesi gerekenler vardı ve eğitilmelilerdi de, yoksa savaş başlamadan birbirlerini yok etmiş olurlardı.

Sonbaharın bitiminde açlık ve susuzluk, en önemlisiyse veba insan halkını selamlamaya başlamış, ogreler güneye yaklaşarak insanları tedirgin etmeye devam etmişlerdi. Veba’yı iyileştirmek ve yok etme gücü için kullanılan büyü insan topraklarını terk edeli yüzyıllar olmuş, ozanların şarkılarında kalmışlardı. Tanrılarıysa 400 yıldır görülmüyordu. Kimilerinin inançları zayıflamış, kimileriyse tanrılarının dönüp kurtaracaklarına inanıyordu, çok geçmeden dönüp kurtaracaklarına…


 Yol arkadaşları - 2

Adela, 21 yaşına yeni girmiş, soluk yüz hatları olan 1.70 boylarında bir kadın savaşçıydı. Yüzünün solukluğu, masmavi gözleri ve sapsarı saçlarının güzelliğine gölge düşüremiyordu. İyilerin ogrelerle olan savaşında çok sevdiği kocasını kaybetmiş ve bu karakterine yansımış, acılarını adeta yüz hatlarına kazımıştı. “ Hayır! “ diye bağırışını dün gibi anımsıyor, sonrasındaysa kocasının bir ogre tarafından öldürülüşü rüyalarında onu rahatsız etmeye devam ediyordu. Oysa girdiği savaşlarda yüzlerce ölüm görmüştü, yüzlerce vazgeçiş. Kana ve ölüme karşı bağışıklık kazanmış olsa da Adela, sevdiğinin gidişinden sonra hiçbir dostu olmayacağına yemin etmiş, kalpsizleşmeye çalışmıştı. Yaşadığı dünyanın kurallarında sevgiye ve özleme yer yoktu çünkü, yaşadığı dünyada  nefret ve güç kazanıyor, kazandırıyordu. Şimdiyse paralı asker olarak kötülüğün tarafına Valerie’ya geçmiş, zamanla yükselmiş ve onun adamlarını cehennemine yollamaya yemin etmişti. Yanında ki erkek arkadaşı Neil ile birlikte uzun yolda yürürken konuşuyorlardı.
                                                                 
“ – Şu hana girip dinlenebiliriz, ne dersin? “ dedi Adela, yorgunluktan gözleri kapanmaya başlamışken.
“ – Tekin bir yere benzemiyor sevgili dostum, tıpkı bizler gibi. “ güven verici gülümsemesiyle
sesi boğumlu olarak çıkan Neil, koca cüssesini sesindeki sertlikle destekliyordu.
  Konuşmalarının ardından girmeye karar veren yol arkadaşları, burada bir gece konaklamaya kararlı gözüküyorlardı. Bu karlı havada başka şansları da yok gibiydi zaten. Girdiklerinde sarhoş ogrelerin bağırtıları ve şarkıları her ne kadar rahatsız edici olsa da, zekalarının büyük kısmından yoksun olan bu ırk, Adela’nın üstündeki rütbeyi görünce korkuyla selam verdi.

“  Ahh.. Salak Ogreler “ diye düşündü Adela, bir gün hepsini cehennemlerine yollayacağım.      
Ogreler karşısında memnun gözükmeye çalışan Adela ve yol arkadaşı, odalarına çekilmiş, uyumaya çalışıyordu. Büyü kitapları yok edilip sayfa üstüne yazılmış yazıları okumak yasaklandığında, kendi sonunu getiren insan ırkından saklanan bir kitabına bakan Adela’ysa onun ilk sayfasını ay ışığıyla aydınlanmaya çalışan odasında okumaya başladı.
                                                             

“ Sen, bunu okuyan kadim dost;

Uzun, uzun zaman önce mutluluğu, aşkı ve yepyeni hayatları getiren dünya, Valarie’nin insanlara verdiği ölümsüzlük sözüyle kaosa bulandı. Onların ruhunu ve aklını dünyadaki gücüne tapılması için kullanan Valerie dağınık duran Ogreleri birleştirmek için insanlara ihtiyaç duyduğunda istediklerini de fazlasıyla almış görünüyordu. Güce tapan, saygı uyandırmak isteyen insanları daima sevmiş, zayıf insanlaraysa asla tahammül edememişti. Güçleri elinden alınan büyücüler, kehanetin gerçekleşmesini ve ırklarını kurtarmayı beklemişti, kendilerine ihanet eden ırklarını. Yüce büyücünün kehanetine göre, en çaresiz günlerden birisinde bir çocuk, garip bir çocuk doğacak ve büyü gücüne sahip olacaktı. Yeniden yeşerdiğinde bu güç kavimlerin üstünde, şekillendirilmeli; ateşten ve sudan geçmeliydi. Ancak böyle dinginliğini ve sağlamlığını koruyabilir, dünyayı kargaşaya sürüklemeden kurtarabilirdi… — Baş büyücü Dominic“

  Yazılalı en az 400 yıl olan bu kitabın sayfalarına olan inançta, gün geçtikçe azalmaya başladı. “ Artık insanlar yaşamak için kötülüğün tarafına geçiyorlar “ diye düşündü Adela, kendi inancını da yitirmeye başlayarak... Ne iyiliğin tanrıları, ne de büyü 400 yılı aşkın süredir bulmamıştı insanoğlunu. İşaret ya da mucize de görememişlerdi inanmalarını gerektiren. O çocukta her kimse; yüzyıllardır doğmamış, doğduysa da muhtemelen çoktan öldürülmüştü.

  Sabah olup güneşin ilk ışıkları dağların üstünden hana vurmaya başladığında uyanan yol arkadaşları, ogrelerin kavgasından kaldığı belli olan kanların üstünden geçmiş, handa patates kızartması ve sıcak çayla kahvaltı yaparak, durumlarını konuşmuş sonrasındaysa yola çıkmışlardı. Yol, kavimli ve yorucuydu, üstelik üstlerinden geçen haberci kuşlarda onları rahatsız ediyordu. Şimdiye dek çoktan alışmış olmaları gerekirken havadaki karanlıkla birleşen ölüm kokusu ve tehlikelerle dolu yollar, asla kendilerini güvende hissettirmiyordu.  Kalesine dönüp biraz dinlenmek, Lordunaysa başarısızlığını anlatmak için giden Adela, yanına güvendiği dostunu almış fakat kalenin yakınlarına gelene kadar hoş gözlerle karşılanmamıştı. Ogre’ler yabancı ırkları sevmezdi. Üstelik Adela’nın rütbesi olmasa ikili, Ogrelerin arasında çoktan harcanmıştı.

 İki yol arkadaşı, uzun surlarla çevrili kaleye yaklaştığında onlar için borazanlar öttü, iki dev kapı surların arasından Adela ve yanındaki arkadaşı için tüm ihtişamı ve gürültüsüyle açıldı. Zırhlarının arasında kendinden emin tavırlarla yürüyen yol arkadaşları pis ogre kokularının arasından geçip kaleye girdiğinde bekleme salonuna alındılar. Yuvarlak masanın üstünde asla hayır denilemeyecek kadar güzel içecekler, yiyecekler ve meyveler onlar için dizilmişti. Bakıp iç geçirmişler fakat hiçbir şeye dokunmamışlardı. Yaptıkları hatayı nasıl açıklayacaklarını düşünüyor, bir yandan da savaşı bitirmenin yollarını arıyorlardı.
  
 Sinirli gözüken Lord Aikin kendisi için ayrılan yere geldiğinde yol arkadaşları saygıyla selamlamış fakat Aikin köpürmeye çoktan başlamıştı . Alışılmadık bir şey değildi bu orta boylu, şişko ve sinirli olan Lord Aikin için.
  “ Onun kellesini getirmenizi engelleyecek kadar önemli olan işiniz nedir acaba ? “ diye sordu özel olarak eğitilen komutanlarına; öfkeyle kudurarak.

 “ Lordum ” diye başladı Neil kendinden emin bir ses tonuyla.

 “ Biz, vadiye gidip casusu aramaya başladıktan kısa süre sonra eğitimsiz Ogreler arasında kavga çıktı ve attıkları ateşli okları yüzünden vadi alev aldı. Ne yazık ki bulamadık. “ Lord için bu casusun niye bu kadar önem taşıdığını Neil merak etse de, cesaret edip soramadı.

 “ Başarısızlığın cezası ölümdür bilirsiniz, yerinizde başkası olsa çoktan öldürmüştüm “ Dedi Lord Aikin, kendinden daha emin bir ses tonuyla.
                                                                                                    
 Kızarıp bozulan Adela, bir gün bu iğrenç adamı cehenneme yollamaya yemin etse de şuan bunu yapması savaşlarını bitirmeyecekti. Ruhunun derinlikleri intikam aleviyle yanmaya devam edip ölen kocasını her an daha çok özlüyorsa olsa da, insan ırkının intikamını almadan gitmemeye kararlıydı. Emin olduğu bir şey varsa, o da bu iğrenç savaşın içine girip yön vermezse; ırkının yitip gidecek olduğuydu… İnsanların yitip gidecek olduğu…